Merkez Bankası Üzerine Müzakereler (1)

Merkez Bankası bir ihtiyaçtan değil yabancı bir öneriden kurulmuştur...

Ülkemizde son zamanlarda merkez bankası tartışmaları tekrar gündeme geldi. Ancak bu tartışmalar, genellikle banka başkanı ve nepotizm üzerinden ilerliyor. Oysa merkez bankası söz konusu olduğunda ele alınması gereken çok daha önemli ve acil çözülmesi gereken yapısal meseleler bulunmaktadır.

Gerçekten de bu konuları tartışmamız ve düzenlememiz gerekmektedir. Bu meseleleri bir düzene sokmadan, ülkemizin ekonomisini düzene koyamayız. Ayrıca, bu makalemde konuya yaklaşımımın genel kabul görmüş ezberci kalıpların dışında olacağını şimdiden belirtmek isterim.

Öncelikle, bu konularda anlamamız gereken ilk şey, paranın kendisi ile ilgilidir.

“Para nedir?” sorusu, teknik bir açıklama gerektirir. Şu anda, bu soruya cevap verecek anayasal veya yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Anayasa ve ilgili mevzuatta “para” kelimesi geçmektedir ve bu mevzuatın içeriğini incelediğimizde, anayasadaki “para” kelimesinin genellikle “itibari para” olarak kullanıldığını anlıyoruz. Ancak, paranın net bir tanımının yapılması, gerekçelerinin ve işlevlerinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Bu tanımın ve açıklamanın Anayasa ve yasalarda uygun bir şekilde yapılması gerekmektedir.

Para dediğimiz şey nedir?

Para, ticarette ölçü birimi olarak kullanılır ve genel dengeyi sağlamak amacıyla vardır. Ancak, herkes için bağlayıcı olacak şekilde yasal bir tanımı bulunmamaktadır. Kısaca değinirsek, para iki ana türe ayrılır: Mal paralar ve itibari paralar. Mal paralar, değerini kendinden alan ve altın, gümüş gibi değerli metallerden oluşan paralardır. İtibari paralar ise, geniş bir toplumsal mutabakatla değer atfedilen ve yasal düzenlemelerle desteklenen paralardır; örneğin, dolaşımdaki kağıt paralar ve dijital kayıt paraları bu kategoriye girer.

Elbette, bahsettiğimiz paralar merkezi bir şekilde üretilenlerdir. Ayrıca, dağıtık bir şekilde üretilebilen paralar da mevcuttur. Blok zinciri teknolojisiyle güvence altına alınan kripto paralar, buna iyi bir örnektir. Son zamanlarda bu paralar da önemli bir gelişme kaydetmiştir.

Şimdi sorabilirsiniz, bütün bunların önemi ne?

Şöyle ki, anayasa ve yasalarda ‘para’ denildiğinde genellikle itibari paralar anlaşıldığı için, mal paralarıyla ilgili büyük bir fırsatı kaçırıyoruz. Zira, mal paraların dolaşımı ile ilgili mevzuatımız bulunmamaktadır.

Bu ifade, ülkemizin altın rezervlerinin ekonomik değerini ve potansiyelini vurgulamaktadır. Diyelim ki ülkemizde yaklaşık 10 bin ton altın rezervi var. Eğer bu altının sadece bir kısmını dahi para olarak kullanma şansımız olsaydı, gerekli tanımlamalar yapılmış ve yasal düzenlemeler uygulanmış olsaydı, yüz milyarlarca dolarlık ekonomik büyüklük yaratabilirdik. Ancak, bu tanımlar ve düzenlemeler henüz yapılmadığı için bu potansiyeli değerlendiremiyoruz. Görüldüğü gibi, bu konu detaylı bir inceleme ve özenli bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır.

Şimdi gelelim ikinci konuya.

Paranın üretimi, itibari paranın basımını ifade eder. Bu süreçte akla ilk gelen kurum, merkez bankasıdır. Peki, bu yetkiyi hangi mevzuat veriyor ve gücünü nereden alıyor? Türkiye Anayasası’nın 87. maddesi, para basma yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) tanır. Bu yetki, anayasal bir temele dayanır ve ülkenin en üst yasama organı tarafından kullanılır. Daha sonra çıkarılan bir yasayla, bu yetki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na (TCMB) imtiyaz olarak devredilmiştir ve Türkiye’de banknot ihracı yetkisi yalnızca TCMB’ye aittir.

Bir yetkinin önce süreli olarak verilip daha sonra süresiz hale getirilmesi gerçekten dikkat çekici bir durum. 1994 Nisan’ında süresizliğe kavuşan bu yetki, iki önemli sorunu gündeme getiriyor. İlk olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM), anayasal bir yetkiyi sınırsız ve süresiz bir şekilde bir anonim şirkete nasıl devredebileceği hukuki bir problem teşkil ediyor ve çözüm gerektiriyor.

İkinci olarak, bu yetki devri, 1994 yılında Türkiye’de yaşanan büyük ekonomik krizin hemen ardından, 5 Nisan kararlarının iki hafta sonrasında gerçekleşmiş. Bu zamanlama, yetki devrinin sağlıklı bir müzakere sürecinden geçmediğini düşündürüyor. Aceleyle, adeta yangından mal kaçırır gibi yapılan bu işlem, muvazaalı bir işlem olarak değerlendirilmeli ve yeniden incelenmelidir. İtibari paranın üretimi konusunda yetkilerle ilgili durumlar bunlardır.

Yeniden yapılandırmaya ihtiyaç var…

Paranın tanımının önemi ve merkez bankasının yasal yetkileri üzerine yaptığımız tartışmaya devam ederek, şimdi de merkez bankasının kuruluş yapısını ve hisse dağılımını ele alacağız.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), anonim şirket statüsünde kurulmuş bir kurumdur ve anonim şirketlerde hisse yapısı büyük bir öneme sahiptir. TCMB’nin sermayesi 25.000 TL olup, 250.000 adet hisseye bölünmüştür. Hisse senetleri dört sınıfa ayrılmıştır: (A) sınıfı hisseler münhasıran Hazineye, (B) sınıfı hisseler Türkiye’de faaliyet gösteren millî bankalara, (C) sınıfı hisseler 15.000 hisseyi geçmemek üzere diğer bankalar ve imtiyazlı şirketlere, (D) sınıfı hisseler ise Türk ticaret müesseselerine ve Türk vatandaşlarına tahsis edilmiştir.

Merkez Bankası’nda, Hazine’nin payının yüzde 51’in altına düşmemesi için bir kural konulmuştur. Bu, devletin Merkez Bankası’nın sermaye yapısında çoğunluk hissedar olarak kalmasını ve böylece para politikası üzerinde dolaylı bir etki ve denetim sağlamasını garanti altına alıyor. Yapılan bu düzenleme ile kanun koyucunun, ekonomik dengeyi sağlama amacında olduğu anlaşılıyor.

Merkez bankasının asıl görevi, 1211 sayılı kanunun 4’üncü maddesi uyarınca “fiyat istikrarını sağlamak” olarak belirlenmiştir. Ancak bu hedef, ekonominin yönetimi açısından yeterli olmamaktadır. Fiyat istikrarını sağlamak adına genellikle para arzının sınırlandırılması gerekmektedir, bu da ekonominin doğal akışını ve büyümesini olumsuz etkilemektedir. Yönetim, bu durumda ya faiz oranlarını aşırı yükseltmek zorunda kalıyor ya da dış borçlanmaya yöneliyor; her iki durum da ekonomik dengeleri bozuyor. Şu an karşı karşıya olduğumuz durum da bu ve bu konunun tekrar gözden geçirilmesi şarttır.

Merkez Bankası dışında, ülkemizde para basma yetkisine sahip başka bir kuruluş daha bulunmaktadır: Darphane. Madeni paralar, “Madeni Ufaklık ve Hatıra Para Bastırılması Hakkında Kanun”un 1264 sayılı hükümleri uyarınca dolaşıma sokulur. Bu kanun, madeni paraların basım yöntemleri, para birimleri, değerleri ve dolaşıma giriş şekillerini düzenler. Sonuç olarak, ülkemizde dolaşımda olan paralar, kağıt para ve madeni para olmak üzere iki temel kategoride üretilir ve bu süreçler farklı kurumlarca gerçekleştirilir.

Her iki tür paranın basımı da belirli yasalarla düzenlenmiştir ve bu durum, paraların üzerindeki yazılarla da anlaşılabilir. Kağıt paraların üzerinde “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” ibaresi bulunur ve bu, onların söz konusu anonim şirkete ait olduğunu gösterir. Madeni paraların üzerinde ise “Türkiye Cumhuriyeti” yazmaktadır; bu da onların devlete ait olduğunu ifade eder. İki ifade arasındaki “i” harfi, madeni paraların devlete ait olduğunu belirten aidiyetin bir göstergesidir.

Yeni bir kurguya ihtiyaç vardır.

Aslında mesele, sadece merkez bankasının yeniden yapılandırılmasından ibaret değildir. Bu, ülkemizde sağlam bir ölçüm aracı oluşturulması ve ardından genel ekonomik dengenin adil bir biçimde sağlanması sürecidir. Tüm bu unsurları kapsayacak şekilde kapsamlı bir yeniden yapılandırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Merkez Bankası, anonim şirket yapısında kurulmuş ve yabancı uzmanların katkılarıyla şekillendirilmiştir. Bu durum, bankanın özgün yapısını ve kuruluş sürecindeki dış etkileri gözler önüne sermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, milli bir merkez bankası oluşturma çabaları kapsamında, Hollanda Merkez Bankası Başkanı Dr. G. Vissering ve İtalyan Kont Volpi gibi dönemin önde gelen uzmanları ülkeye davet edilmiştir. Her iki uzman da, hükümetten bağımsız bir merkez bankasının kurulmasını tavsiye etmiştir.

Bu öneriler, dönemin ekonomik ve siyasi yapısına dair önemli ipuçları sunmaktadır. Prof. Leon Morf tarafından hazırlanan yasa tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 11 Haziran 1930 tarihinde onaylanarak, Türkiye’nin bağımsız bir merkez bankasına sahip olmasının yolunu açmıştır. Bu tarihi süreç, bugün bile merkez bankacılığı ve ekonomi politikaları üzerine düşünülmesi gereken önemli bir konudur.

Böylelikle ülkemizde, yabancı ortakların da olduğu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Anonim Şirketi adıyla bir merkez bankası kurulmuş oldu. Banka, 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyetlerine başladı. Banknot matbaasının kuruluşu ise ancak 1958 yılında gerçekleşti. O zamana kadar banknotlarımız dışarıda bastırılıp getiriliyordu. Kısaca söyleyip geçersek, bu ana kurgu bir ihtiyaçtan değil yabancı bir öneriden oluşturulmuştur.

Elbette, konu hakkında çok fazla detay mevcut; ancak şimdilik bu kadar bilgi yeterli. Bu konuyu şimdilik burada sonlandırıyorum. Bir sonraki yazımda, merkez bankasının işlevleri üzerine olacaktır. Gerçekten ilginç bilgiler öğreneceksiniz ve acil yeniden yapılandırmanın neden bu kadar önemli olduğunu daha iyi kavrayacaksınız.

Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN

Yazar

Banner
Yasal Uyarı:
Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.