Gazze’de Kanlı Satranç Pirus Zaferi mi?

Kazanan kim? Kaybeden Gerçekten Sadece Mazlumlar mı?

Ortadoğu, 7 Ekim’den beri kanlı satranç tahtasına dönüştü. Görünenin ardında, sadece çatışmalar değil, derin jeopolitik hesaplar ve gizli operasyonlar yatıyor. Filistin’in diplomatik yükselişi, İsrail’in askeri gücünü gölgede bırakırken, Gazze’nin sömürgeleştirilmesi projesi, bölgenin geleceğine dair karanlık senaryoları gözler önüne seriyor. Bu süreç, küresel güç dengelerini yeniden şekillendiren meydan okumadır.

Diplomatik Fırtına: Filistin’in Kanla Yazılan Pirus Zaferi

Filistin, 7 Ekim sonrası uluslararası arenada beklenmedik diplomatik rüzgar yakaladı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 142 ülkenin Filistin’i tanıması, İsrail’in diplomatik yalnızlığını derinleştirdi. Uluslararası Adalet Divanı’nın Refah kararı ve Güney Afrika’nın soykırım davası, İsrail’i hukuki cendereye soktu. Filistin için askeri kayıplara rağmen siyasi hedeflere yaklaşan “Pirus zaferi” yaşanıyor. İsrail’in askeri üstünlüğü, uluslararası hukuk ihlalleriyle birlikte, küresel çapta diplomatik çöküşe yol açtı. Askeri gücün her zaman siyasi zaferi getirmediği bir kez daha kanıtlandı.

Gazze’nin Sömürgeleştirilmesi: İsrail’in Pirus Zaferi Tuzağı

Gazze, artık sadece çatışma bölgesi değil, enerji, ekonomi ve demografi ekseninde yürütülen kapsamlı sömürgeleştirme projesinin hedefi. Bölgedeki doğal gaz sahaları ve Levant Havzası’ndaki enerji potansiyeli, İsrail’in stratejik hedeflerinde kilit rol oynuyor. “Yap-işlet-devret” modeliyle yeniden yapılandırma ve “Riviera” benzeri ekonomik cazibe merkezi yaratma önerileri, Gazze’nin insani varlık olmaktan çıkarılıp ekonomik varlık olarak ele alındığını gösteriyor.

Kuzey Gazze’nin boşaltılması ve nüfusun güneydeki “steril bölgelere” taşınması gibi demografik mühendislik uygulamaları, uluslararası hukukun “zorla yerinden etme” tanımına giriyor. İsrail’in söyleminin “terörle mücadele”den “bölgeyi yeniden yapılandırma”ya kayması, sömürgeleştirme projesinin gerçek niyetini açıkça ortaya koyuyor. Kısa vadeli ekonomik ve stratejik kazanımlar, uzun vadeli diplomatik ve hukuki maliyetlerle ödenen “Pirus zaferi” döngüsünü tetikliyor.

Stratejik Manipülasyon ve Küresel Algı Operasyonu

7 Ekim saldırılarının ardındaki stratejik akıl, İsrail toplumunun tarihsel travmalarını ustaca kullandı. Holokost sonrası güvenlik doktrini ve kolektif travmalar, İsrail’in aşırı tepkisini tetiklemek için kaldıraç görevi gördü. İsrail’in sert ve tahmin edilebilir tepkisi, uluslararası hukuk ihlallerini görünür kıldı. Filistin lehine küresel algı değişimi yarattı. Bölgesel aktörlerle koordineli yürütülen operasyon, sadece direniş değil, aynı zamanda küresel düzeyde algı mühendisliği ve diplomatik kuşatma operasyonuydu. Stratejik manipülasyon, İsrail’in askeri üstünlüğünün diplomatik çöküşle sonuçlanmasına neden oldu.

Direnişin Hedefleri ve Hukuki Meşruiyet

Saldırıların açık amacı Filistin devletinin kurulmasıydı. Uluslararası hukuk, ezilen insanların kendi kaderini tayin etme hakkını güvence altına alıyor. 23 Eylül 2025 itibarıyla sadece 10 ülke grubu terör örgütü olarak tanımladı. Pek çok ülke Filistin davasının haklılığını kabul ettiğini ve bağımsız Filistin devletine destek verdiğini gösteriyor. Can kabı başta olmak üzere tüm kayıplara rağmen siyasi hedefe yaklaşılması, direniş için de “Pirus zaferi” olarak yorumlanabilir.

Türkiye’nin İkili Diplomasisi: Riskler ve Fırsatlar

Türkiye, karmaşık jeopolitik satrançta dengeleyici güç olarak konumlanıyor. Hamas’ı terör örgütü olarak tanımayan az sayıdaki ülkeden biri olarak, hem iç kamuoyu hem de bölgesel dengeler açısından stratejik tercih sergiliyor. Türkiye, saldırıları “soykırım” olarak nitelendirip uluslararası platformlarda sert tepki gösterirken, İsrail ile diplomatik ilişkileri ve ticaret kanallarını tamamen koparmadı. İkili yapı, Türkiye’nin hem Batı ile ilişkilerini koruma hem de İslam dünyasında liderlik iddiasını sürdürme çabasını yansıtıyor.

Türkiye için süreçte stratejik riskler (İsrail ile enerji ve savunma işbirliklerinin zarar görmesi, ABD ve AB ile diplomatik gerilimlerin artması) ve fırsatlar (bölgesel arabuluculuk rolünü üstlenme potansiyeli, İslam dünyasında liderlik pozisyonunu güçlendirme ve Filistin’in devletleşme sürecinde aktif rol alma) bulunuyor. Türkiye, Filistin meselesinde sadece söylemle kalmayıp, hukuki ve diplomatik araçlarla yeni stratejiler geliştirmeli.

Gizli Operasyonlar ve Yeni Dünya Düzeni

Ortadoğu’daki gelişmeler, küresel diplomatik mimaride “yeni dünya düzeni”nin habercisi. Filistin’in devletleşme süreci, bölgesel aktörlerin artan rolü ve uluslararası hukukun yeniden şekillenen önemi, yeni düzendeki yerini alıyor.

Ancak tüm görünenlerin ardında, karmaşık ve gizli operasyonel planlar sadece bölgeyi değil, tüm insanlığı, toplumumuzu ve Türkiye’in milli güvenliğimizi tehdit ediyor. Bireysel olarak, gizli operasyonların varlığına dair bilinçli farkındalık kazanmaya ve harekete geçmek zorundayız. Bu bağlamda bölgemizdeki kanlı satrançta piyon olmaktan çıkıp, oyun kurucu devlet olmak için harekete geçme zamanı geçmiş değildir.

Küresel İfşa…

Yazar