Sınırlar Silinmeye Çalışılırken Kimler Haritaların Yeni Yazarı Oluyor?
Ekim 2025’te Erbil’de düzenlenen MERI Forumu’nda dile getirilen “ulus-devletin tükendiği”, “demokratik konfederalizmin çözüm olduğu” yönündeki açıklamalar Türkiye’de yeni bir tartışma kapısı araladı. DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları’nın bu çıkışı, hemen ardından parti yöneticilerinin, KCK yöneticilerinin ve çeşitli sivil platformların yaptığı benzer açıklamalarla birleşince, toplumun hafızasında 2013-2015 çözüm sürecine dair karmaşık hatıraları yeniden canlandırdı.
Ne var ki, bu kez kullanılan dil, önceki dönemlere kıyasla çok daha radikal bir çerçeveye oturuyor. Ulus-devletin “artık miadını doldurduğu”, “demokratik konfederalizm”in yeni bir yönetim modeli olarak benimsenmesi gerektiği ve Öcalan’ın sürecin “başmüzakerecisi” olmasının zorunlu olduğu yönündeki ifadeler, sadece bir siyasal vizyon önerisi değil, aynı zamanda mevcut anayasal düzenin temellerine yönelmiş ideolojik bir meydan okuma niteliği taşıyor.
Birlikten Rahatsız Olanlar
Tarih bize gösteriyor ki, ulus-devlet modeli kusursuz değildir; ancak vatandaşlarına eşit yurttaşlık, hukuk önünde eşitlik ve güvenlik sağlayabildiği sürece en sürdürülebilir yönetim biçimidir. Türkiye, etnik, mezhepsel ve kültürel çeşitliliğini yüzyıllar boyunca bu denge üzerinde korumuştur.
Bugün “ademi merkezîlik” veya “demokratik konfederalizm” adı altında önerilen model, görünüşte yerel demokrasiyi savunur gibi dursa da pratikte ülkenin egemenliğini gevşetmeyi, devletin kurucu ilkelerini tartışmaya açmayı ve uluslararası platformlarda “paralel meşruiyet” arayışını meşrulaştırmayı hedefliyor.
Siyaset sahnesinde “silah bırakma karşılığı siyaset hakkı”, “özel yasa”, “umut hakkı” gibi kavramlarla pazarlanan bu söylemler, aslında terörle mücadelenin hukuki kazanımlarını sulandırma riskini taşımaktadır. Şiddeti bir pazarlık unsuru olarak tutan hiçbir süreç gerçek barış üretmez; ürettiği şey ancak geçici bir sessizlik sonrası kaostur.
Demokratikleşme mi, Dayatma mı?
Demokrasi, tehditle değil, katılımla güçlenir. Bir taraf elinde silah tutarken diğer tarafın reform yapmaya zorlanması, demokratikleşme değil, dayatmadır. DEM ve KCK yöneticilerinin buldukları her fırsatta dile getirdikleri, “Öcalan’ın süreci yönetmesi” ya da “silah bırakanların siyaset yapma hakkı” gibi ifadeler, demokratik rekabeti değil, belirli bir ideolojik vesayeti hatırlatmaktadır.
Elbette Türkiye’de herkes eşit yurttaştır; ana dilde kültürel faaliyetler, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sosyal hakların geliştirilmesi tartışılabilir. Fakat bu talepler, ülke bütünlüğünü zedelemeden, Anayasa’nın birinci maddesindeki “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesine sadık kalınarak ele alınmalıdır. Demokrasi, bölünmeyi değil, birlikte yaşama iradesini güçlendiren bir sistemdir.
Terör Yasal Meşruiyetle Sonlanır
Silahların susması hepimizin ortak dileğidir. Yasal mesruiyet olmayan hiç bir uygulamaya kapı aralanmamalıdır.Terörsüz Türkiye süreci terör örgütlerinin “şart listeleri”yle değil, hukuk devleti ilkeleriyle yürütülür. Bu terör unsurlarına yönelik “Özel yasa” çıkarılması, “af” talepleri ya da “kurucu unsur” tartışmaları milletin devlete olan güvenini sarsar.
KCK yöneticilerinin “demokratik entegrasyon yasaları” söylemi de aynı riskli hattı sürdürmektedir. Entegrasyon, bir devletin vatandaşlarıyla zaten sahip olduğu hukuki bağın adıdır; “yeni entegrasyon yasaları” çağrısı, fiilen ayrışmayı hukukileştirme anlamına gelir. Cumhuriyet’in bir asırdır sürdürdüğü eşit vatandaşlık modeli, bu türden “ayrı hukuk” arayışlarına kapı aralayamaz.
Gerçek Reformun Yolu
Türkiye’nin demokratikleşme süreci; terörden arındırılmış, özgür tartışma zemini üzerinde ilerleyebilir. Eğitimde fırsat eşitliği, yerel yönetimlerin şeffaflığı, ifade özgürlüğünün teminat altına alınması gibi alanlarda yapılacak her reform, ülkenin bütünlüğünü pekiştirir. Buna karşılık, “ulus-devlet bitti” diyerek Cumhuriyet’in temelini tartışmaya açmak, reform değil, geri gidiştir.
Birlikte yaşama iradesi, ortak değerler etrafında yeniden güçlendirilmelidir. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle bu ülkenin yurttaşları aynı vatanın eşit evlatlarıdır. Kimse kimseye lütufla vatandaşlık vermez; bu toprakların üzerinde doğan herkesin hakkı doğuştandır.
Son Söz: Çizgiyi Aşanlara Cevap
Bugün söylenenler, sadece bir görüş beyanı değil, ülkenin birlik fikrine yönelmiş bir meydan okumadır. Bu topraklarda birlikte yaşamak istemeyenlere kimse zorla vatan dersi vermez.
Ama bu ülkenin bayrağı, yasası ve sınırları tartışma konusu da edilemez.
Birlik ve huzur, ayrı bayraklarda değil, aynı değerlerde buluşarak korunur.
HAŞİM YANAR
Astem Başkanı
