Mevcut iklim krizi, bugüne dek süregelen çeşitli tarihsel ve ekonomik faktörlerin bir sonucu olabilir mi?
Binghamton Üniversitesi’nde coğrafya ve sosyoloji profesörü Jason W. Moore, bir röportajında kapitalizmin evriminin Avrupa sömürgeciliğini ve Batı emperyalizmini nasıl teşvik ettiğini ve bu durumun iklim yıkımına yeni bir boyut kazandırdığını ortaya koyuyor.
Bu uzun röportajı guwuste okuyucuları için özetledik.
İşte o röportaj
Moore, röportajında ana akım bilimsel söylemin iklim değişikliği konusundaki yaklaşımını eleştiriyor ve bunu insan-doğa ilişkisine yeterince odaklanmayan bir inkârcılık türü olarak nitelendiriyor. Kapitalizmin ve onun iklim krizindeki etkilerinin daha detaylı analiz edilmesi gerektiğini savunan Moore, yaşadığımız dönemi ‘Kapitalosen’ olarak isimlendiriyor ve iklim krizinin kökenlerinin, Kolomb sonrası dönemde ortaya çıkan kapitalist yapılar ve sistemler olduğunu ileri sürüyor.
Moore’un teorisine göre, kapitalizm ve emperyalist güçler, özellikle Amerika’nın keşfiyle ilişkilendirilenler, 17. yüzyılın başlarında ucuz iş gücüne olan bitmek bilmeyen ihtiyaçlarıyla iklim krizini tetiklediler. Bu, Yeni Dünya’nın nüfusunda azalmaya, ormanların ve el değmemiş toprakların genişlemesine ve karbondioksit seviyelerinin düşmesine sebep oldu. Bu dönem, kapitalizmin dünya ekolojisi içindeki yerini belirginleştirdi ve iklim krizine tepki olarak iklim sınıfları, iklim apartheid’i ve iklim patriyarkasının ortaya çıkışını işaret etti.
Moore, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile egemen sınıfların tarih boyunca nasıl iç içe geçtiğini ve bu sınıfların ucuz gıda rejimi sayesinde güçlerini nasıl sürdürdüklerini vurgulamaktadır. Ayrıca, ‘ucuz doğa’ kavramını, kapitalizmin ve sömürgeciliğin yükselişiyle birlikte, doğayı ve diğer canlı ilişkileri metalaştırarak ve ucuzlatarak kültürel ve siyasi bir araç olarak kullanılmasını tartışmaya açmaktadır.
Moore, iklim krizinin yalnızca beyaz Avrupalı erkeklerin doğayı sömürmesiyle sınırlı olmadığını, aslında yaşamın kendisi içinde bir sınıf mücadelesi olduğunu ileri sürüyor. Irkçılık ve cinsiyetçilik gibi tarihsel olarak yerleşmiş baskı biçimlerini de içerecek şekilde, emeğin sömürülmesi ve doğanın tahakküm altına alınmasının tarihsel bağlantısallığının kavranmasının önemine dikkat çekiyor.
Moore göre kapitalizm ve birikim krizlerine dair görüşleri, kapitalizmin yeni ucuz iş gücü, enerji, gıda ve hammadde kaynaklarına ihtiyaç duymadan hayatta kalabileceğini öne sürerek ele alınmaktadır. Bunun aksine, kapitalizm tarih boyunca krizlerini emperyalizm ve yeni topraklar edinerek aşmıştır.
Moore, iklim hareketi içindeki devrimci çabaların ve insan ile doğa arasındaki ikiliği sorgulayan bakış açısının önemine dikkat çekiyor. Moore’a göre, iklim krizi aynı zamanda bir demokrasi krizidir ve bu krizi çözmenin ilk adımı, halkın siyasi yapılar üzerindeki etkisini göstermektir. Sosyal demokratların seçilmesinin sorunları çözeceği yanılgısını eleştiren Moore, kontrgerilla ve rejim değişikliği politikalarının geçmişine de gönderme yapıyor. Ayrıca, 1960’larda Fordizmin yaşadığı krizin bir ürünü olarak ve merkezi liberal profesyonel yönetici sınıfın benimsediği bir strateji olarak tek konu siyasetine olan endişelerini ifade ediyor.
Moore, 20. yüzyılın başlarında yaşanan başarısız proleter devrimler sonrasında egemen sınıfların yükselişini ve bu süreçte faşist rejimlerin ortaya çıkışını, devrimci figürlerin hapsedilmesini veya susturulmasını vurgulamakta. Ayrıca, akademik ve siyasi kurumların, özellikle küresel güneydeki sosyalist hareketlere karşı tutumunu eleştiriyor; bu kurumların, %1’lik kesimin ve şirket elitlerinin güç ve zenginliklerine meydan okuyabilecek potansiyelleri nedeniyle bu hareketlerden korktuklarını ve onlara karşı çıktıklarını belirtiyor.
Ayrıca, iklim hareketi içindeki mevcut güç yapılarını değiştirmenin zorluklarını ele alıyor. ‘Yeşil kapitalizm’ teriminin, devletin, ordunun ve izleme mekanizmalarının siyasi birikimi ve kontrolü üzerine kurulu bir post-kapitalist strateji olarak öne sürüldüğünü belirtiyor. Ayrıca, analizin açıklığının önemine dikkat çekiyor ve kapitalizmi sınıf egemenliği sistemi olarak tanımlamaktan kaçınan iklim adaleti hareketlerindeki belirsizliklere dikkat çekiyor.
Moore, ulusal kendi kaderini tayin hakkının sınırlarını ve emperyal yapılarla mücadelede proleter dayanışmanın önemini vurguluyor. Ayrıca, Avrupa ve Amerikan ordularının dünya genelindeki askeri üslerini kapatmalarının, halkların kendi güçlerini sergilemeleri ve iklim değişikliği ile kapitalizmin sorunlarıyla başa çıkmaları için atılması gereken adımlar olduğunun altını çiziyor.
Prof. Moore, röportajının sonunda iklim krizinin sadece bir çevre sorunu olmadığını, aynı zamanda iktidar yapılarında derinlemesine bir değişiklik gerektiren bir politik mesele olduğunu belirtiyor. Bu bağlamda, iklim hareketinde halkın gücünün kritik önem taşıdığını vurgulamaktadır.
Kaynak; The Analysis News
***
Şunu da asla unutmamalıyız;
Küresel Elit Şeytanların (KEŞ) insanları köleleştirme amacıyla hiçbir taşın altını boş bırakmamacasına gizli planlarına rağmen yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. Planlı İklim Krizide bunlar biridir. Ancak insanlar, uyanık olduğu ve mücadele etmek için kollektif olarak bir araya geldiği ve çalıştığı müddetçe Adem’in nesline düşman olan Şeytanın ve Küresel İşbirlikçi yavru şeytanlarının planları zayıftır ve kolaylıkla da bertaraf edilebilir. Çünkü Allah’ın çalıştığımızın karşılığını vereceği yönünde kesin vaadi vardır.
Merak ettiğiniz, okuduğunuz ve bir küresel planlarının daha ifşasını fark ettiğiniz için teşekkürler…
Guwuste.Com
Kalk ve uyar! Kötülüğe de dur de!
(Get up and wake up! Stop the evil!)

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.