Küresel Elitlerin Gizli Soykırım Politikaları ve Ekonomik Sömürü Planları!
Küresel Elitlerin Nüfusu Kâr İçin Manipüle etmelerinin çok kısa hikayesi…
1974 yılında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan ve Henry Kissinger’ın yönettiği Ulusal Güvenlik Çalışma Memorandumu 200 (NSSM-200), ABD dış politikası kılığında küresel nüfus kontrolü için bir strateji olarak ortaya çıkmıştır. Bu belge, 1990 yılında gizliliği kaldırıldıktan sonra kamuoyuna açıklanmış ve ABD’nin ekonomik çıkarlarını koruma amacıyla nüfus azaltma politikalarını açıkça ortaya koymuştur. Bu çalışma, ABD’nin daha az gelişmiş ülkelerden çıkarılan mineraller ve kaynaklar için doyumsuz iştahını tatmin etmeyi amaçlamaktadır (National Security Council, 1974).
NSSM-200 ve Ekonomik Motivasyonlar
NSSM-200, özellikle kaynak açısından zengin ancak ekonomik olarak savunmasız ülkeleri hedef alarak, bu ülkelerin nüfuslarını azaltmanın ABD’nin kaynak ihtiyaçlarına uygun şekilde toplumlarını istikrara kavuşturacağını öngörmüştür. Bu politika, ABD’nin daha az gelişmiş ülkelerden çıkarılan mineraller ve kaynaklar için doyumsuz iştahını tatmin etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, NSSM-200, ABD’nin ekonomik çıkarlarını koruma amacıyla nüfus azaltma politikalarını açıkça ortaya koymuştur (National Security Council, 1974).
IMF ve Ekonomik Baskı
IMF, ABD’nin ekonomik tetikçisi olarak hareket etmiş ve yardıma muhtaç ülkelere özelleştirme, kemer sıkma ve yüksek faizli krediler gibi acımasız politikalar dayatmıştır. Bu politikalar, sadece ekonomik araçlar değil, aynı zamanda nüfusları bastırmak ve onları yönetilebilir, şekillendirilebilir ve kârlı hale getirmek için tasarlanmış demografik kontrol silahlarıdır. Joseph Stiglitz’in (2002) belirttiği gibi, IMF’nin dayattığı bu politikalar, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarını zayıflatmış ve onları dış müdahalelere karşı savunmasız hale getirmiştir.
Madeleine Albright ve Irak Yaptırımları
Eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın, ABD yaptırımları nedeniyle yarım milyon Iraklı çocuğun ölümünün ödenmesi gereken bir bedel olduğunu kabul etmesi, ABD dış politikasının insan hayatını hiçe sayan doğasını gözler önüne sermektedir. Bu durum, diplomasi kılığında soykırım olarak nitelendirilebilir. Albright’ın bu açıklaması, ABD’nin dış politikalarının insani maliyetlerini göz ardı ettiğini ve ekonomik çıkarları ön planda tuttuğunu göstermektedir (Albright, 1996).
İç Politikada Nüfus Kontrolü
ABD’nin nüfus kontrol politikaları sadece yabancı topraklarla sınırlı kalmamış, Amerikan yaşamının kalbine kadar sızmıştır. Fakirleri ezen ekonomik politikalar, savunmasızları mahkûm eden sağlık hizmeti kesintileri ve orantısız bir şekilde marjinalleştirilmişleri hedef alan bir adalet sistemi, bu politikaların içteki yansımalarıdır. Frances Fox Piven ve Richard Cloward (1993), bu politikaların, toplumun en savunmasız kesimlerini hedef alarak onları daha da marjinalleştirdiğini ve ekonomik olarak bağımlı hale getirdiğini belirtmektedir.
COVID-19 ve Nüfus Kontrolü
COVID-19 pandemisi, bu nüfus kontrol gündemini daha da belirgin hale getirmiştir. Küresel karantinalar, ekonomilerin kapanması ve düzenlenen kaos, daha derin toplumsal manipülasyon için bir ön hazırlık olarak görülmüştür. Robert F. Kennedy Jr. gibi eleştirmenler, pandeminin halk sağlığı krizlerini kullanarak nüfus kontrolü için bir deneme çalışması olduğunu öne sürmüştür. Kennedy (2020), pandeminin, hükümetlerin toplumsal kontrolü artırmak ve bireysel özgürlükleri kısıtlamak için bir araç olarak kullanıldığını iddia etmektedir.
Aşılar ve Otizm
Otizm salgını ve kontrolsüz aşılamaların nörolojik sonuçları, sadece tıbbi bir hata değil, gelecek nesillere, ailevi istikrara ve toplumsal sürekliliğe karşı biyokimyasal bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Andrew Wakefield (1998), aşıların otizm ile bağlantılı olabileceğini öne sürmüş ve bu durum, aşı politikalarının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, aşı politikalarının, toplumun en savunmasız kesimlerini hedef alarak onları daha da marjinalleştirdiği ve ekonomik olarak bağımlı hale getirdiği belirtilmektedir.
Sonuç
ABD hükümeti, ulusal güvenlik ve ekonomik gereklilik zırhına bürünerek, gücünü sadece hırsla değil, suç sınırında dolaşan bir kibirle kullanmıştır. Bu anlatının tamamen gün ışığına çıkarılması, bürokratik nezaketlerinden sıyrılması ve gerçekte ne olduğunu göstermesi gerekmektedir: koruma değil, avlanma stratejisi. Bu manipülasyon ve kontrol hikayesi devam ederken, her vatandaşın ekonomik kazancı insan onurunun önüne koyan bir sistemi sorgulamak, meydan okumak ve direnmek için sivil bir görevi vardır. Bu bağlamda, ABD’nin dış ve iç politikalarının, insan hayatını hiçe sayan ve ekonomik çıkarları ön planda tutan doğası gözler önüne serilmelidir.

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.