Tarihin Kırılma Noktası: Lozan’ın Yanılsamaları ve Ezber Bozan Hesaplaşma
Lozan Antlaşması, yalnızca barış metni değil, milletin varoluş belgesidir. Ancak, antlaşmanın etrafında dönen tartışmalar, yüz yılı aşkın süredir bitmek bilmeyen cehalet ve kasıtlı saptırma sarmalında sürüp gidiyor.
Adalar meselesi, Lozan’ın en çok istismar edilen başlıklarından biri. Oysa gerçekler, hamasetin ve yalanların çok ötesinde, acımasız tarihsel tabloyu gözler önüne seriyor. Adalar, 1923 de Lozan’da verilmedi; 12 Ada 1911’de (12 yıl önce) İtalya tarafından işgal edildi, Ege Adaları ise 1912’de Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’ın eline geçti. Osmanlı donanmasının II. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürütülmesi, kayıpların önünü açtı. Donanmanın çürüterek yok edilmesi, yalnızca adaların değil, imparatorluğun çöküşünün de sebebiydi.
Sorgulanmayan Ezberler: Cehalet, Bilinç ve Manipülasyon
Tarihi bilmeyenler, cehaleti yaşam biçimi haline getirdikleri içim yüz yıl önce ABD’nin ortaya attığı söylemler, bugün yine aynı merkezlerden servis ediliyor. Bilinçli olarak yayılan yanlış anlatılar, toplumu kutuplaştırmak ve gerçekleri gölgelemek için kullanılıyor. Lozan’a saldıranlar, aslında ülkenin temellerine saldırıyor. Barış değil, revizyon isteyenler, varoluşun altını oymaya çalışıyor. Bu saldırılar, yüz yıllık hayasız ve şuursuz zihniyetin ürünü. Kurtarıcı ve kurucu kadrolara, üniter yapıya ve Cumhuriyet’e karşı yürütülen saldırılar, milletin hafızasını silmeye yönelik organize çabanın parçası.
Tarihin Kanlı Yüzü: Balkan Savaşları ve Kayıpların Bedeli
Balkan Savaşları, yalnızca toprak kaybı değil, yüzbinlerce Müslüman Türk’ün katledilmesiyle sonuçlanan felaketti. Payitaht, saraydan trajediyi seyretti. Osmanlı, Balkanları koruyabilseydi, bugün coğrafi, ekonomik ve sosyolojik olarak çok daha güçlü Türkiye’den söz edilebilirdi.
Balkanların kaybı, Anadolu’nun yalnızlaşmasına ve yeni devletin sınırlarının daralmasına yol açtı. Musul, Kerkük, Halep ve Batı Trakya gibi Misak-ı Milli sınırları dışında kalan bölgeler, Lozan’da masaya getirilemedi. Çünkü onlar Osmanlı’nın SEVR ANLAŞMASI’nı imzalamasıyla çok daha önce kaybedilmişti zaten.
Antlaşmaların Gerçek Yüzü: Güç, İrade ve İhanet
Şu bir gerçek ki, hiçbir antlaşma, devleti koruyamaz. Devletleri koruyan, askeri güç ve iradedir. Gücün yoksa, işgale uğrarsın. Antlaşmalar, yalnızca fiili durumu hukuken tescil eder. Lozan’da adalar verilmedi; zaten elimizde değildi. Lozan, Sevr ve Mondros’un ardından elbette günün şartlarına göre başarıydı.
Misak-ı Milli sınırlarının dışında kalan her toprak, Osmanlının sebeb olduğu başarısızlıktan başka birşey değildir. II. Abdülhamid’in donanmayı Haliç’e çekmesi, kendi subaylarının darbe yapmasından korkan payitahtın tercihi idi. Bu korku nedeniyle donanma pasifleştirildi, ancak tercih, imparatorluğun sonunu hızlandırdı.
Manipülasyonun Anatomisi: Yalanlar, Algı ve Toplumsal Kandırmaca
2023 yılına kadar toplum, bilinçli ve bilinçsiz olarak ikiye ayrıldı. Lozan’ın bitmesiyle madenlerin çıkarılacağına inandırılan saf kitleler, yıllarca kandırıldı. Propaganda, bugünün hazırlığı olarak geçmişte başlatıldı. Bilindik gazeteciler, Kıbrıs’ın Lozan’da verildiğini iddia ederek cehaleti derinleştirmeye devam ederken, vatan hainleri, algı operasyonlarıyla milletin aklını karıştırmaya çalışıyor.
Ancak, algılar her zaman olduğu gibi ters tepiyor. Tarihi gerçekleri inkâr etmek, bilimsel ve tarihsel birikimi yok saymakla eşdeğer. Lozan’ın 15. maddesi, adaların geçmişte (Osmanlı dönemi-1911) işgal edildiği gibi yine İtalya’ya bırakıldığını açıkça ortaya koyuyor. Ancak, gerçekler bile çarpıtılıyor. (Kaynak)
Kimlik, Aidiyet ve Etnik Gerilimler: Lozan’ın Gölgesinde Kürt Meselesi
Lozan, yalnızca toprak ve sınır meselesi değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet tartışmalarının da merkezinde yer alırken, propagandası yapılan konulardan biri olan; Kürtlerin hak ve hukuklarının yok sayılması, Lozan yüzünden olduğu iddia ediliyor. Kürtlerin hak ve hukukunun korunması, Lozan’a rağmen terör örgütleriyle müzakere edilmeden sağlanabileceği iddia ediliyor.
Ancak, söylemler, etnik gerilimleri körüklemekten öteye geçemiyor. Lozan’ı reddedenler, 1921 Anayasası’na dönüşü savunuyor ve Kürt kimliğinin Anayasa’ya koyulmadığı için (sözde) inkârından vazgeçilmesini talep ediyor.
Tarih Anlatısında Hakikat ve Saptırma: Kimin Tarihi, Hangi Gerçek?
Her kesimden yapılan tarihi anlatanlar, çoğu zaman kendi ideolojik bakış açılarını dayatıyor. Kimileri Osmanlı payitahtının gaflet ve delalet içinde olduğunu, kimileri ise yeşil kuşak akımının ortaya koyduğu hatasız ve günahsız Osmanlı gibi masal anlatımlarını devam ettiriyorlar.
Ancak, milletin büyük kısmı artık hikayeleri yemiyor. Tarihte toprak kaybı konusunda rekor kıran ataları savunanlar, gerçekleri görmezden geliyor. Lozan’ın maddelerinin sanki gizli maddeleri varmış gibi tamamının açıklanması talep ediliyor, ancak talepler bile çoğu zaman cehaletin göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Tarihi bilmeyen cahiller, anlamamakta ısrar ediyor ve anlatanları insanımızı yormaktan başka işe yaramıyor.
Sonuç: Lozan’ın Ardında Yatan Derin Hesaplaşma
İster beğenin ister beğenmeyin, isterseniz yetersiz deyin. Ortada tek gerçek olan Lozan, milletin varoluş mücadelesinin uluslar arası hukuki tescilidir. Ancak, antlaşma etrafında dönen tartışmalar, yüz yıl sonra bile bitmek bilmiyor. Cehalet, kasıtlı saptırmalar ve ideolojik manipülasyonlar, toplumu kutuplaştırıyor.
Tarih; anlatılara, menkıbelere ve sezgilerlere dayanmaz. Gerçek ve somut belgelere ve sonrasında o belgelere dayalı bilgidir. Ancak tarihin gerçekleriyle yüzleşmekten korkanlar, geçmişin hayaletleriyle yaşamaya mahkumdurlar.
Güç, irade ve hakikat, milletin geleceğini belirleyeceğine göre Lozan’ın gölgesinde süren hesaplaşma, yalnızca geçmişin değil, ulusumuzun bugünün ve yarının da kaderini tayin ediyor.
Şimdi, ezberleri bozma ve hakikatin peşinden gitme zamanıdır.
Sadi ÖZGÜL

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.