Borç Varsa Para Var, Borç Yoksa Para Yok

Merkez bankası etrafında yürüttüğümüz tartışmaları yeni bir bakış açısıyla ele almaya devam ediyoruz…

Ülkemizin para üretimi ve kurumsal yapısına odaklanıyoruz. Yazı dizimizin ilk bölümünde, paranın tanımının neden önemli olduğunu ve Merkez Bankası ile Darphane’nin kurumsal yapılarını inceledik. Bu bölümde ise, paranın ekonomiye nasıl girdiği ve dolaşıma nasıl katıldığı üzerine yoğunlaşacağız. Bir ülkenin para basımı ve dolaşımını takip etmek, o ülkenin ekonomik yapısını anlamada hayati bir öneme sahiptir.

Para takibiyle başlayan sorgulamamız, sistemin işleyişini ortaya çıkarabilir. Madeni para üretiminden sorumlu Darphane, toplam para arzının sadece yaklaşık %3’ünü üretir. Darphane tarafından basılan her miktar, devlete ait olduğundan Hazine geliri olarak kayıtlara geçer. Diğer yandan, anonim şirket yapısındaki Merkez Bankası, elde ettiği kârı hissedarları arasında paylaştırır. Bankanın hisse dağılımı önceki yazılarımızda detaylandırılmıştı.

Peki, merkez bankası parayı nasıl ve kimlere veriyor?

Merkez bankası, banknot basarak bu banknotları esasen bankalara faizli bir kredi olarak satmaktadır. Aynı zamanda, merkez bankası belirli özel ve tüzel kişilere de kredi verebilmektedir; bu durumlar detaylı bir inceleme ve değerlendirme gerektirir.

Bankalar, merkez bankasından aldıkları paraları ve müşterilerinin yatırdığı mevduatları kullanarak krediler sunarlar. İki temel döngü sürekli olarak işler: birincisi, merkez bankası ile ticari bankalar arasında; ikincisi ise ticari bankalar ile genel piyasa arasındadır.

Merkez bankasının işleyişine gelince; banknotları bankalara belli bir faiz oranı karşılığında satar. Bankalar, bu banknotları kredi olarak kullanır ve vade sonunda hem ana parayı hem de faizi merkez bankasına öder. İlk bakışta bu döngüde bir sorun görünmese de, detaylı bir inceleme sonucunda ciddi problemlerin olduğu anlaşılır. Eğer bu para başka bir kaynaktan gelseydi, muhtemelen aynı şartlarda, yani belirli bir faiz oranı karşılığında borç olarak alınacaktı. Bu borç da belirlenen koşullar dahilinde geri ödenirdi.

O zaman milli bir merkez bankasına sahip olmanın manası nedir?
Onca çalışmalar niye yapıldı?

Yapısal açıdan, merkez bankası ile bir dış tedarikçi arasındaki fark artık belirsizleşmiştir. Merkez bankasına atfedilen işlevsel statü o kadar genişletilmiş ki, onu yabancı kurumlarla karıştırabilir duruma gelmiştir.

Bu bağlamda, devletin rolü ve kazancı ne olacaktır? Ülkenin para basma yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) aittir. Bu, her vatandaşın para üzerinde bir payının olduğu anlamına gelir. TBMM, bu yetkiyi bir bankaya devredecek, ancak daha sonra bu bankadan para talep etmek zorunda kalacaktır. Banka, bu talebi reddedebilir ve piyasadan fon toplamayı önererek yanıt verebilir. Özellikle dikkat çekici olan, tartışılan paranın itibari para olmasıdır; yani fiziksel bir değere sahip olmayan ve kolayca üretilebilen bir para birimi.

Peki, devlet parayı nasıl toplayacak?

Devlet, öncelikle vergiler aracılığıyla gelir elde etmeye çalışır. Ancak bu gelir yetersiz kaldığında, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden ek gelir sağlamak için adımlar atar. Bu, şu anki durumumuzu özetlemektedir. Finansörler yatırımlarını geri çekerse, piyasada dolaşan para miktarında bir düşüş yaşanır. Bu da faiz oranlarının artmasına ve vergi gelirlerinin azalmasına sebep olur.

Devletin bu zorlukların üstesinden gelme yöntemi ise başka bir zorluktur. Sistem içinde ne kadar uğraşırsanız uğraşın, başarısızlığa sürüklenme riski her zaman vardır. Şimdi, bu döngünün ilk aşamasını daha detaylı inceleyelim.

Mevcut kurgumuz nedir?

Merkez bankası, bir ülkenin para basma yetkisini elinde bulunduran tek kurumdur. Kağıt para ve banknotlar sadece merkez bankası tarafından basılır ve bu yetki başka bir kuruluşa verilmemiştir. Diyelim ki, bir ülkede dolaşımdaki para miktarı sıfırken, merkez bankası 100 milyon lira değerinde banknot basar ve bu parayı bankalara yıllık %10 faiz oranıyla ödünç verir.

Bu durumda ne olur?

Piyasada dolaşan 100 milyon lira, ekonomimizin bir yıl süresince işlemesini sağlar. Yıl sonunda, merkez bankasına 100 milyon lira ana para ve %10 faiz oranında 10 milyon lira faiz ödememiz gerekecektir. Dolayısıyla, piyasa, merkez bankasından aldığı 100 milyon lirayı yıl sonunda 110 milyon lira olarak geri ödeme sorumluluğu altındadır.

Peki, bu mümkün müdür?

Hayır, bu mümkün değil çünkü yasal olarak para basma yetkisi yalnızca Merkez Bankası’na aittir. Bu sebeple, para aslında Merkez Bankası’nın mülkiyetinde olup, bu kurum para üretimini üstlenir. Vade sonunda, piyasada sadece 100 milyon lira varsa, iki seçenek bulunmaktadır: Birincisi, ana paranın kullanıcılarda kalıp sadece faizlerin ödenmesi; ikincisi ise yeni borç para talebinde bulunulması. Eğer sadece faizler ödenirse, piyasadaki para miktarı düşecektir.

Örneğimizde belirtildiği gibi, piyasaya 100 milyon lira sürülmüştü. Bir yıl sonra bu miktar 90 milyon liraya düşecek. Yani, 100 milyon liranın sağladığı ekonomik hacim, bir yıl sonra 90 milyon lira ile yönetilmeye çalışılacak. Ertesi yıl bu miktar 81 milyon liraya inecek ki bu durum sürdürülemez. Bu gidişat, ekonominin yavaşlamasına ve sonuç olarak bir resesyona neden olacaktır. Eğer yeni borç para talep edilirse, piyasadaki para miktarı sayısal olarak artacak ancak bu artış, ödenmesi gereken yeni borçları da getirecektir.

Sonuç olarak, ilk alınan borç hiçbir zaman geri ödenemeyecek ve bu durum sonraki borçlar için de geçerli olacak. Bu mekanizma devam ettiği sürece, piyasadaki tüm para borca dönüşecek. Yani, borç varsa para da var, borç yoksa para da yok demektir. Bu yüzden bu sisteme Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) adını veriyoruz.

Bu temel sorgulama yapıldığında, sistemin ilk adımının yanlış atıldığını anlayabiliriz. İlk adım yanlış atıldığında, sonraki her adım da yanlış olur. Bir gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde, diğer düğmeler de yanlış iliklenir; durum budur. Şimdi, özetlemek gerekirse, burada çok öz bir anlatım yapıyoruz; bu, özetin özeti mahiyetindedir.

Ne demiştik?

Merkez bankası, para basma işlemiyle bankalara para satışı yapar ve bu, ekonomideki ilk döngüyü oluşturur. Bankalar, merkez bankasından aldıkları bu paraları ve müşterilerden topladıkları mevduatları kredi olarak vermekte, bu da ikinci döngüyü meydana getirir. Eğer ilk döngüde bir hata varsa, bu hata sonraki tüm süreçlere yansır. Dolaşımdaki paranın büyük bir kısmı, madeni paralar hariç, borç şeklinde var olur. Borç varsa para da vardır; borç yoksa para da yoktur. Ne demiştik? Merkez bankası, para basma işlemiyle bankalara para satışı yapar ve bu, ekonomideki ilk döngüyü oluşturur.

Bankalar, merkez bankasından aldıkları bu paraları ve müşterilerden topladıkları mevduatları kredi olarak vermekte, bu da ikinci döngüyü meydana getirir. Eğer ilk döngüde bir hata varsa, bu hata sonraki tüm süreçlere yansır. Dolaşımdaki paranın büyük bir kısmı, madeni paralar hariç, borç şeklinde var olur. Borç varsa para da vardır; borç yoksa para da yoktur. İkinci döngüde dikkat çekici bir durum vardır. İkinci döngüyü de bir sonraki yazıda ele alacağım. Yazıda bankalar ve piyasa arasındaki döngünün aslını ortaya koyacağız. Şimdiden hatırlatayım.

Bir sonraki bölüme buradan başlanacak

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Orada da çok ilginç şeyler duyacaksınız. Acil yeniden yapılandırmanın önemini daha iyi anlayacaksınız. Merkez bankası, para basma işlemiyle bankalara para satışı yapar ve bu, ekonomideki ilk döngüyü oluşturur. Bankalar, merkez bankasından aldıkları bu paraları ve müşterilerden topladıkları mevduatları kredi olarak vermekte, bu da ikinci döngüyü meydana getirir. Eğer ilk döngüde bir hata varsa, bu hata sonraki tüm süreçlere yansır. Dolaşımdaki paranın büyük bir kısmı, madeni paralar hariç, borç şeklinde var olur. Borç varsa para da vardır; borç yoksa para da yoktur.

İkinci döngüde dikkat çekici bir durum vardır: Bankalar, genellikle merkez bankasından aldıkları parayı müşterilere kredi olarak sunarlar.

Fakat, eğer bankalar sadece bu işlemi gerçekleştiriyor olsalardı, verdikleri kredi miktarı, merkez bankasının piyasaya sürdüğü para miktarı ile aynı olurdu. Örneğin, merkez bankası piyasaya 100 milyon lira sürdüyse, bankaların da en fazla 100 milyon lira kredi vermesi beklenirdi. Ancak, kasalardaki ve cebimizdeki nakit miktarını hesaba kattığımızda, bu rakamın altında kalırız. Paranın dolaşım hızını da göz önünde bulundurduğumuzda, sonuç değişmez.

Günümüz bankacılık sistemi, piyasadaki mevcut para miktarının 15 ila 20 katı kadarını kredi olarak verebilmektedir. Evet, bankalar var olmayan parayı kredi olarak sunabiliyor ve bu durum para arzının genişlemesine sebep oluyor; yeni para yaratılıyor. Fakat bu süreç, usulsüzlük ve yetki aşımı gibi sorunları da gündeme getirebiliyor ve bu konuların net bir şekilde anlaşılması önem taşıyor.

Bankaların bu işlemi nasıl gerçekleştirdiği, başardıklarında bunu nasıl açıklayabildikleri ve açıklamalarının nasıl kabul edilebilir olduğu soruları akıllara gelebilir.

Bu sorulara yanıt vermek üzere, bankaların genellikle yeterince denetlenmedikleri için bazı işlemleri hızlıca gerçekleştirdiklerini söyleyebiliriz. Burada karşımıza çıkan yasal boşluklar, çeşitli yöntemlerle doldurulmaya çalışılsa da her zaman başarılı olunamıyor. Bu konunun detaylarına daha derinlemesine bakmak gerekiyor.

Peki, bankalar bunu nasıl izah ediyorlar?

“Kısmi rezerv sistemi” ve “para çarpanı” terimleriyle ifade edilen mekanizma, aslında bankacılık sisteminin temel işleyişini açıklar. Bir birey bankaya para yatırdığında, banka bu paranın bir kısmını Merkez Bankası’nda zorunlu karşılık olarak saklar ve kalanını kredi olarak müşterilere verir. Kredi kullanılarak yapılan harcamalarla para ekonomiye yayılır ve bu para, alışveriş yapılan kişiler tarafından kendi bankalarına yatırılır. Yatırılan bu mevduatın bir kısmı yine zorunlu karşılık olarak ayrılır, geri kalanı ise yeni krediler olarak piyasaya sürülür. Bu süreç böylece devam eder.

Matematikteki geometrik diziler, paranın zaman içinde nasıl artabileceğini tahmin etmek için kullanılabilir. Ancak, bankaların parayı 15-20 kat arttırdığına dair iddialar, herhangi bir matematiksel dizi ile izah edilemez; zira bu tür iddialar matematiksel bir temele sahip değildir. Buna rağmen, bazı kişiler bu yanlış anlamayı, gerçeği yansıtmasa da devam ettirmeyi seçiyorlar.

Kredi yaratma sürecine dair testlerin eksikliği bir yana, bankaların bu süreç hakkındaki gerçekleri şu şekilde açıklanabilir: Bankalar, ihtiyaç duydukları anda, diledikleri miktarda kredi yaratabilme yetisine sahiptirler. Geometrik dizilerle yapılan hesaplamalar bu durumda yanıltıcı olabilir. Çünkü banka, bir müşteriye kredi verdiğinde, aynı zamanda o müşteri adına bir mevduat hesabı oluşturur ve borçlanılan miktarı bu hesaba aktarır. Bu, bankanın sisteme, müşterinin kendisine belirli bir mevduat yatırdığını gösterdiği anlamına gelir.

Sonuçta, banka, sisteme giren mevduatı ve sistemden çıkan borcu dengeleyerek, bu işlemden faiz geliri elde eder. Kısacası, banka bir kredi verdiğinde, o miktarı sanki yoktan varmış gibi gösterir.

Böyle muazzam miktarda toplam parayı düşündüğümüzde para yaratma yetkisini bankalara kim verdi?

Geleneksel açıklamaların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Dahası, milletimizin ve devletimizin zararına olan bir sistemi neden onaylayalım? Hatalar kabul edilemez; tartışılmalı ve düzeltilmelidir. Nihayetinde, merkez bankasının işleyişindeki iki döngüde de sanki boşluktan para yaratılıyor gibi görünüyor.

Konu aslında oldukça net: Bir taraftan birisi para yaratıp borç olarak sunarken, diğer taraftan bir başkası bu parayı sıfırdan çıkararak kayıtlarında 15-20 kat artırıyor ve bu şekilde şişiriyor. Tüm bunların olmasına bizler de sessiz kalarak izin veriyoruz. İşte, mevcut para ve kredi akışı sisteminin temel yapısı ve işleyişi bu şekilde.

Mevcut Borca Dayalı Para Sisteminin düzeltilmesi elzemdir.

Bu bağlamda, aşağıdaki üç sorunun cevapları önem arz etmektedir:

Kullandığımız para kimindir?
Ülkemizde ne miktarda para basılacağına karar veren mercii kimdir?
Devletimizin ne kadar borçlanacağına dair karar verme yetkisi kime aittir?

Bu soruların cevapları ışığında, mevcut sistem yeniden yapılandırılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, bahsedilen paralar nominal paradır ve bu yetki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Dolayısıyla, bu hak tüm vatandaşların hakkıdır ve korunması gerekmektedir. Bu konudaki düşüncelerimi burada noktalıyor ve bir sonraki yazımda çözüm önerilerimi paylaşacağımı belirtmek isterim.

Mevcut ekonomik koşulların zorunlu olmadığını ve hepimizin daha iyisini hak ettiğimizi unutmamalıyız. Son olarak, acil bir yeniden yapılandırmanın politik bir öneri olmaktan öte, sosyoekonomik bir zorunluluk olduğunu altını çizmek isterim.

Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN

Yazar

Banner
Yasal Uyarı:
Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.