Muhafazakar Gruplar ve Siyaset (1)

Kutsal Liderler Gölgesinde Siyaset: Türkiye Nereye?

Türkiye’nin siyasi ve sosyal dokusu, derinlerde yatan çelişkilerle örülüdür. Toplumun renkli mozaiği olarak sunulan yapı, aslında keskin fay hatları üzerinde duran, her an sarsılmaya hazır zemini gizlemektedir. Milliyetçilikten dindarlığa, etnik kimliklerden ideolojik kamplara uzanan yelpaze, birlikten çok bölünmüşlüğün, kucaklaşmadan çok kutuplaşmanın habercisidir. Peki, kökleri tarihin derinliklerine uzanan kutsal liderlik anlayışı, çağdaş değerlerle nasıl yüzleşecek?

Renk Cümbüşü mü, Çatışma Alanı mı?

Kağıt üzerinde Türkiye, farklı inançların, kimliklerin, düşüncelerin yan yana yaşadığı coğrafyadır. Nüfusun ezici çoğunluğunun kendini Müslüman olarak tanımlaması, homojenlik yanılsaması yaratır. Ancak Sünni-Alevi ayrımı, tarikat ve cemaatlerin kendi içlerindeki katı hiyerarşileri, Türk-Kürt gerilimi gibi dinamikler, alttan alta kaynayan kazanın göstergeleridir. Sosyalistler, Kemalistler, liberaller, farklı etnik ve dini azınlıklar ise ana akım siyasetin kıyısında, kendi yankı odalarında varlık mücadelesi vermektedir. Toplumsal barış söylemleri, çoğu zaman potansiyel çatışmaları örtbas etmeye yarayan siyasi makyajdan ibarettir.

Siyaset Arenası: Bölünmüşlüğün Aynası mı?

Yüzlerce siyasi partinin varlığı, demokrasinin zenginliği olarak pazarlansa da, aslında toplumsal parçalanmışlığın siyaset sahnesindeki yansımasıdır. Özellikle muhafazakar ve milliyetçi cenahta kümelenen partilerin çokluğu, ideolojik derinlikten ziyade lider sultasına dayalı mikro iktidar alanları yaratma çabasını gösterir. Büyük partiler dahi, kendi içlerinde farklı çıkar gruplarının, cemaatlerin, bölgesel güç odaklarının pazarlık yaptığı koalisyonlara dönüşmüştür. Siyaset, ilkeler üzerinden değil, kimlikler ve sadakatler üzerinden şekillenmekte, seçmenler rasyonel tercihler yerine duygusal aidiyetlerle yönlendirilmektedir.

Geçmişin Hikayeleriyle Siyaset: Gerçeklerden Kaçış mı?

Sağ siyasetin temel yakıtı, reel politikanın soğuk gerçekleri değil, geçmişin romantize edilmiş, hamasi hikayeleridir. Fetihler, kahramanlıklar, dini menkıbeler, güncel sorunların üzerini örten, kitleleri uyuşturan afyon işlevi görür. Ekonomik krizler, sosyal adaletsizlikler, eğitimdeki çöküş gibi yakıcı sorunlar, şanlı maziye yapılan göndermelerle görünmez kılınır. Sorgulamayan, eleştirmeyen, sadece alkışlayan kitleler yaratmak için tarih, siyasi aparat olarak hoyratça kullanılır. Gerçeklerden kopuk anlatılarla geleceğin inşa edilemeyeceği gerçeği ise ısrarla göz ardı edilir.

Lider Kutsallığı: Tarihsel Miras mı, Zincir mi?

Türklerin devlet ve toplum geleneğinde lidere atfedilen kutsiyet, İslamiyet öncesi Hakanlık kültünden Emevi-Abbasi halifelik anlayışına, oradan Selçuklu ve Osmanlı sultanlığına uzanan kesintisiz çizgide devam etmiştir. Lider, sadece yönetici değil, aynı zamanda ilahi iradenin yeryüzündeki temsilcisi, sorgulanamaz otorite olarak görülmüştür. Tarikat şeyhleri, cemaat önderleri de benzer kutsallık halesiyle çevrelenmiş, soy ve sülale üzerinden devam eden ruhani-politik iktidar alanları oluşturmuşlardır. Cumhuriyet dönemiyle birlikte form değiştirse de, lideri kutsama anlayışı zihinlerdeki yerini korumuştur.

Günümüzün Kutsalları: Biat Kültürü Nereye Kadar?

Bugün “asrın lideri”, “başbuğ”, “siyasi mehdi”, “ümmetin umudu” gibi sıfatlarla yüceltilen siyasi figürler, tarihsel lider kültünün modern uzantılarıdır. Eleştirinin ihanet, sorgulamanın fitne sayıldığı atmosferde, lidere mutlak itaat, erdem olarak sunulur. Liderin her sözü hikmet, her eylemi keramet olarak yorumlanır. Anlaşılmayan, mantığa aykırı gelen durumlarda devreye “vardır bildiği” tesellisi girer. Akıl ve mantık yerine duygusal bağlılık ve biat ön plana çıkar. Sorgulama yetisini kaybetmiş toplumlar, liderlerinin hatalarının bedelini hep birlikte ödemeye mahkumdur.

Evrensel Değerler ve Sağ Siyaset: Barışık Olmak Mümkün mü?

Demokrasi, hesap verebilirlik, şeffaflık, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler, lideri kutsayan, sorgulamayı reddeden anlayışla taban tabana zıttır. Liderin yanılmazlığı dogması, demokratik denetim mekanizmalarını işlevsiz kılar. Biat kültürü, eleştirel düşünceyi ve özgür tartışma ortamını yok eder. Sağ ve muhafazakar siyasetin önemli kısmı, evrensel değerlerle barışık görünmek yerine, kendi içe kapalı, dogmatik dünyasında var olmayı tercih etmektedir. Çağdaş dünyayla entegrasyon, söylem düzeyinde kalsa da, pratikte geleneksel kodlar ağır basmaktadır.

Tarihin Vicdanı: Adalet Arayışı Hiç Bitmedi mi?

Tarih boyunca lider sultasına ve adaletsizliğe karşı çıkan sesler de olmuştur. Özellikle Ehl-i Beyt ve İmamlar geleneği, Emevi iktidarından itibaren siyasi gücün yozlaşmasına, İslam’ın adalet ve liyakat ilkelerinden sapmasına karşı durmuştur. Baskılara rağmen hakikati söylemekten çekinmeyen alimler, yöneticilerin de hesap vermesi gerektiğini savunmuş, İslam’ın özündeki adalet arayışını canlı tutmuşlardır. Onların mücadelesi, günümüzde de otoriterleşmeye ve keyfiliğe karşı direnenler için ilham kaynağı olmayı sürdürmektedir.

Türkiye’nin Kader Anı

Türkiye, tarihsel bagajı olan lider kültü ile çağdaş demokratik değerler arasındaki sıkışmışlıktan kurtulmak zorundadır. Geçmişin hamasi anlatılarına sığınarak değil, bugünün gerçekleriyle yüzleşerek yol alınabilir. Sorgulamayan, eleştirmeyen, lidere kayıtsız şartsız biat eden toplum yapısı, ülkeyi kaçınılmaz olarak krize ve çürümeye sürükler.

Toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren, adaletsizliği kurumsallaştıran, akıl ve bilim yerine dogmaları yücelten anlayışlar terk edilmedikçe, Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirmesi, huzurlu ve müreffeh geleceğe ulaşması mümkün olmayacaktır. Ülkenin kaderi, kutsal liderlere tapınmakla değil, vatandaşlık bilinciyle haklarına ve hukukuna sahip çıkmakla değişecektir. Bu yol ayrımı, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en kritik dönemeçtir. (devam edecek…)

Haşim EFE

Yazar

[Yazar]
Banner
Yasal Uyarı:
Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.