Savaş: Kader mi, Kabus mu? Zihinlerimizdeki Prangalar

“Kader” Adı Altında Servis Edilen Felaket Tiyatrosunun Perde Arkasında Hangi Kirli Oyunlar Döndürülüyor?

Savaşın, insanlık tarihinin kaçınılmaz cilvesi olduğuna dair o bayatlamış, ezberlenmiş nakaratı dinlemekten gerçekten yorulmadınız mı? Bize adeta “kader” gibi sunulan algı, aslında küresel güç odaklarının zihinlerimize ustaca ektiği sinsi manipülasyon tohumundan başka şey değildir. Zira savaş, ne biyolojik zorunluluktur ne ilahi buyruk; o, belirli jeopolitik ve ekonomik çıkarlar uğruna titizlikle tasarlanmış, ahlaki ve hukuki açıdan her zerresi sorgulanması gereken, kanlı “icat” ve insanlığa karşı işlenmiş en büyük “suç”tur.

Savaşın değil, barışın insanlığın varoluşu için temel koşulken, savaş zamanındaki cinayetlerin barış zamanındaki cinayetler gibi uluslararası suç hukuku kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, üniformalı katillerin katil olduğu basit gerçeği, kirli savaş oyunlarını sahneleyenlerin yüzüne çarpması gereken tokat niteliğindedir.

Perdenin Ardındaki Kuklacılar: Propaganda ve Kanlı Çıkarların Anatomisi

“Teröre karşı savaş” gibi içi boş, anlamsız sloganlar; “demokrasi getirme” gibi sahte, ikiyüzlü idealler savaşın gerçek, çirkin yüzünü gizlemek için kullanılan ucuz ve yıpranmış maskelerdir. Afganistan ve Irak’ın işgali, uluslararası kamuoyuna sunulan sahte gerekçelerle başlatılan, “mitolojik düşmanlara” karşı yürütülen kanlı operasyonlardır.

Operasyonların ardındaki gerçek motivasyon, halkın iradesinden tamamen bağımsız hareket eden, siyasi liderleri ve uluslararası politikaları manipüle eden, adı konulmamış askeri-endüstriyel kompleks ve onunla bağlantılı doymak bilmez finansal çıkarlardır. Savaş, onlar için iş modelidir; insan hayatı ise sadece maliyet kalemi, istatistikten ibaret.

Liderlerin İkiyüzlülüğü: Barış Vaatleri, Savaş Gerçekleri

Seçim meydanlarında barış güvercinleri gibi uçuşan liderler, iktidara geldiklerinde birer savaş şahinine dönüşüyorlar. Trump’ın 2024 seçimleri öncesindeki “ilk günden barış” vaatleri, Yemen ve İran’a yağan bombalarla, Ukrayna’ya gönderilen milyarlarca dolarlık silahlarla paramparça oldu.

Obama’nın Nobel Barış Ödülü almasına rağmen savaşları genişletmesi, hatta “başkanlık öldürme listesi” oluşturması, sistemik ikiyüzlülüğün en acı ve ibretlik örneklerinden biridir. Halk barış için oy verirken, karşılığında hep daha fazla savaşla karşılaşması Amerikan siyasetinin değişmez döngüsü, daha büyük ve daha karanlık oyunun parçasıdır. Belgeler ve yaşananlar, ikinci ihtimali işaret etmektedir.

Uluslararası Kurumlar: Adaletin Kör Noktası ve Seçici Uygulama

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar, savaşları önleme ve adaleti sağlama gibi yüce misyonlarına rağmen, büyük güçlerin jeopolitik çıkarları doğrultusunda manipüle edilebiliyorlar. Irak’a karşı uygulanan yıkıcı yaptırımlar, Libya’nın bombalanması, Filistin’deki soykırıma karşı sergilenen “zayıf ve samimiyetsiz” tepkiler… Bunlar, uluslararası hukukun seçici uygulandığını ve adaletin sadece belirli coğrafyalara uğradığını, belirli halklar için geçerli olduğunu göstermiyor. Kurumlar, gerçek barışı tesis etme kapasiteleri sınırlı, hatta bazen büyük güçlerin savaş politikalarına zemin hazırlayan araçlar haline gelmişlerdir.

Türkiye’nin Konumu: Bölgesel Fırtınanın Ortasında ve Gizli Operasyonlar

Türkiye, küresel savaş ve çıkar oyunlarının tam ortasında, stratejik coğrafyada yer almaktadır. Bölgemizdeki her çatışma, her kurgulanmış kriz, ülkemizin milli güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. Suriye’deki ve Irak’taki istikrarsızlık, Doğu Akdeniz’deki gerilimler, Kafkasya’daki hassas denge… Tüm bunlar, dış güçlerin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme çabalarının sonucudur.

Türkiye’nin karmaşık denklemlerde kendi bağımsızlığını ve çıkarlarını koruma mücadelesi, sadece dış politika meselesi değil, aynı zamanda varoluş mücadelesidir. Coğrafyamızda, “kaçınılmaz” denilen her krizin ardında, gizli operasyonel planların ve derin devletlerin parmak izleri aranmalıdır. Belgeler ve saha analizleri, gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.

Halkın Gücü: Kaçınılmazlık Mitini Yıkmak ve Direniş

Savaş makinesini durdurmanın ve gerçek barışı tesis etmenin tek yolu, siyasi liderlerden veya uluslararası kurumlardan medet ummak değil, halkın kendi gücünü fark etmesi, örgütlenmesi ve savaş sistemine karşı aktif direniş sergilemesidir. Savaşın “kaçınılmaz” olduğu yönündeki algı, halkın direnişini engellemek için kullanılan hile, YZ’nin hayatlarımızı ele geçirmesinin “kaçınılmaz” olduğu argümanıyla benzerlik gösterir.

Halkın “omurgasını kullanarak” ayağa kalkması ve “hayır” demesi gerekmektedir. Savaş makinesi, “bizim katılımımızın yakıtıyla çalışır.” Yakıtı kesmek, bizim elimizdedir. Unutmayın, kararlı olanların dünyayı değiştirebileceği tarihsel gerçektir. Kaderimizi başkalarının ellerine bırakmak yerine, kendi geleceğimizi inşa etme zamanı geldi…

Savaşa Hayır! Kaderini Kendin Yaz!

ASLIHAN DEMİR

Yazar