Türkiye Sahnesindeki Kirli Siyaset Dansı
Türkiye siyaseti, gözlerimizin önünde sergilenen, ancak perde arkası ustalıkla gizlenen tehlikeli oyun alanına dönüşmüş durumda. Toplumun sinir uçlarıyla oynayan, değerleri hiçe sayan ve ülkeyi bilinmez geleceğe sürükleyen kirli dans, artık görmezden gelinemeyecek noktadadır.
Siyasetçilerin dar kalıplara sıkışmış, evrensel değerlerden uzaklaşmış ve toplumu birleştirmek yerine bölmeyi tercih eden tavırları, tesadüfi durum değil, bilinçli tercihin ürünüdür. Bu durum, ülkenin kolektif aklını küçümseyen, ancak milletin derin ferasetiyle fark edilen acı gerçektir.
Siyasetin Kısır Döngüsü: Evrensel Değerlerden Bilinçli Kaçış
Günümüz siyaset sahnesinin aktörleri, neden evrensel doğrular, adalet, hakkaniyet gibi tüm toplumu kucaklayabilecek değerler üzerinden söylem geliştirmekten ısrarla kaçınıyor?
Cevap basit: Çünkü bu yol, emek, vizyon ve samimiyet gerektirir. Bunun yerine, mevcut toplumsal fay hatlarını derinleştirmek, farklılıkları kaşımak ve kutuplaşmayı körüklemek üzerine kurulu kolaycı siyaset anlayışı tercih ediliyor. Bu, toplumsal bütünleşmeyi açıkça sabote etmek, insanları birbirine düşman ederek kendi iktidar alanlarını korumak anlamına gelen sinsi stratejidir. Evrensel değerler temelinde birleşmiş, bilinçli toplum, bu tür manipülatif siyasetçilerin en büyük korkusudur.
Böl ve Yönet: Farklılıkları Körükleyen Siyasi Stratejiler
Türkiye’nin zengin sosyolojik dokusu – muhafazakârlar, milliyetçiler, laikler, farklı etnik ve kültürel kimlikler – siyaset simsarları için adeta maden sahasına dönüştürülmüştür. AKP, CHP, MHP, İYİ Parti, DEM Parti gibi ana akım siyasi yapılar, farklılıkları politik silah olarak kullanarak kitleleri manipüle etmektedir. “Biz ve onlar”, “dost ve düşman”, hatta “vatansever ve hain” gibi tehlikeli ve keskin ayrımlar üzerinden yürütülen kutuplaştırma mühendisliği, toplumun sinir uçlarını sürekli gergin tutmaktadır.
Taraftarlar, düşünme ve sorgulama yetilerini kaybederek, liderlerinin işaret ettiği hedeflere karşı körü körüne öfke ve nefretle doldurulmaktadır. Bu durum, sadece toplumsal barışı dinamitlemekle kalmaz, aynı zamanda ülkenin milli birliğini ve bekasını da doğrudan tehdit eder hale gelmiştir.
Statükonun Bekçileri: Değişime Direnen Siyasi Yapılar
Mevcut siyasi düzen, yerleşik partilere ve onların liderlerine, ülkeye ve millete somut fayda sağlamasalar bile, koltuklarını koruma garantisi sunmaktadır. Bu kısır döngü, gerçek değişimin önündeki en büyük engeldir. Toplumsal bölünmüşlükten beslenen yapılar, statükonun devamından yanadır çünkü varlıklarını bölünmüşlüğe borçludurlar. Bu tehlikeli gidişatın farkında olan, ancak sesleri boğulan birkaç vatansever aydının çabaları ise, köhneleşmiş sistemi dönüştürmeye yetmemektedir.
Onların cılız itirazları, sistemin dişlileri arasında kolayca ezilmekte, değişim umutları ise sürekli ertelenmesi, Türkiye’yi içeriden kilitleyen ve dış müdahalelere açık hale getiren zafiyet yaratmaktadır.
Umut Tacirleri mi, Sistemin Parçası mı? Yeni Arayışların Sınırları
Peki ya “yeni” veya “küçük” olarak etiketlenen, evrensel değerler ve idealler üzerine kurulu olduğunu iddia eden partiler?
Maalesef, onların da manevra alanlarının son derece kısıtlı olduğu görülmektedir. Muktedirlerin çizdiği dar çerçeveyi aşma, demokrasi, hak, hukuk ve adalet mücadelesini cesurca verme konusunda yetersiz kalmaktadırlar. Bu durum, ya samimiyet eksikliğinden ya da sistemin görünmez duvarlarına çarpmalarından kaynaklanmaktadır.
Acaba siyasi partiler, farkında olmadan, statükonun devamına hizmet eden birer figüran mı, yoksa gerçekten değişim potansiyeli taşıyorlar mı? Bu sorunun cevabı, onların atacakları somut adımlarda ve gösterecekleri cesarette gizlidir. Ancak mevcut tablo, umutların yeşermesi için yeterli zemini sunmamaktadır.
Ahlaki Çöküş ve Misyon Yoksunluğu: Türk Siyasetinin Gerçek Yüzü
Genel olarak Türk siyaseti ve siyasetçisi, toplumu daha iyiye taşıma, ahlaki standartları yükseltme ve evrensel değerlere dayalı gelecek inşa etme gibi ulvi misyondan fersah fersah uzaktadır. Pragmatizm adı altında sergilenen ilkesizlik, günü kurtarma telaşı ve kişisel veya zümresel çıkarların öncelenmesi, siyaset kurumuna olan güveni temelden sarsmaktadır. Bu ahlaki erozyon ve vizyonsuzluk, ülkenin potansiyelini heba etmekte, genç nesillerin geleceğe dair umutlarını karartmaktadır.
Küresel Senaryolar ve Türkiye’nin Kaderi
Artık şu gerçeği tüm çıplaklığıyla görme ve kabul etme zamanıdır: Türkiye’de yaşanan siyasi kaos, toplumsal gerilim ve kutuplaşma, basit iç dinamiklerin sonucu değildir. Bunlar, Türkiye’yi kontrol altında tutmak, zayıflatmak ve küresel satranç tahtasında piyon olarak kullanmak isteyen dış odakların ve küresel güçlerin bilinçli olarak kurguladığı, uzun vadeli planların parçasıdır.
Bu planlar birer iddia veya teori değil, ülkemizin karşı karşıya olduğu somut ve acımasız gerçeklerdir. Siyasi partiler ve liderler, çoğu zaman farkında bile olmadan, senaryoların figüranları haline gelmektedir. Bu oyunun farkına varmak, milli şuuru harekete geçirmek ve küresel tezgâhlara karşı topyekûn direniş göstermek, her Türk vatandaşının tarihi sorumluluğudur.
Uyanın! Çünkü vatan elden gidiyor ve bu gidişata dur demek, ancak ve ancak milletin iradesiyle mümkündür.
Haşim EFE

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.