Uygur Medeniyeti Unutulmuş mu, Yoksa Bilinçli mi Siliniyor?

Kadim Uygarlık Yok Olurken, İnsanlık Hangi Tarafta Duruyor?

Asya’nın kalbinde, Tanrı ve Altay Dağları’nın kadim gölgesinde yükselen Uygur medeniyeti, insanlık tarihinin en parlak ve en derin sayfalarından birini oluşturur. “Uygar” kelimesinin kökeninde yatan isim, sadece bir halkı değil, aynı zamanda bilimin, sanatın ve derin kültürel mirasın beşiğini işaret eder. Bu topraklar, 10 bin yıllık tıp geçmişiyle, günümüz tıp eğitimine yön veren buluşlara imza atan Uygur bilim insanlarının zamanın ötesine uzanan bilgi birikimine tanıklık etmiştir.

Milattan önce 1800’lü yıllara tarihlenen Tarım Mumyaları ve bin yıl öncesine ait Türk genetik özelliklerini taşıyan Urumçi mumyaları, Uygur medeniyetinin köklerinin ne denli derinlere uzandığını kanıtlar. Kadim topraklar, sadece düşünsel değil, aynı zamanda pratik zekanın merkeziydi; 5 bin kilometrelik yer altı su yolları, çölleri sulayarak yaşamı yeşerten, doğaya meydan okuyan mühendislik harikasıydı.

Uygur Kimliğinin Oluşumu ve Tarihsel Miras

Doğu Türkistan, 1.828.418 km²’lik geniş coğrafyasıyla, Hunlardan Karahanlılara kadar uzanan büyük Türk devletlerine ev sahipliği yaparak bölgenin siyasi ve kültürel dokusunu ilmek ilmek işleyerek zengin miras bıraktılar. Her biri, Uygur kimliğinin oluşumunda ve Türkistan’ın kaderinde belirleyici rol oynadı. “Uygur” adı, Orhun Kitabeleri’nde geçen kadim ifade olmasının yanı sıra, modern dönemde siyasi gelişmelerle yeniden tanımlandı.

1921’deki Taşkent Konferansı’nda Sovyetler Birliği tarafından bölgedeki en kalabalık Türk nüfusunu tanımlamak için kullanıldı. Ardından, 1937’de Çinli liderinin teklifiyle resmiyet kazandı. Süreç, Uygur kimliğinin hem tarihsel derinliğini hem de dış güçlerin siyasi müdahaleleriyle nasıl şekillendiğini gözler önüne sererken adlandırmanın halkın kendi kaderini tayin etme hakkının nasıl maniple edilebileceğinin de açık göstergesidir.

İnancın Dönüşümü ve Kültürel Sentez

Uygurlar, 15. yüzyıla dek Budist inancını sürdürdüler. Ancak Karahanlılar döneminde, 10. yüzyılın ilk yarısında hükümdarın İslam’ı kabul etmesiyle, Türk-İslam kültürü bölgede hızla yayıldı. Balasagun ve Kaşgar’ı başkent yapan Karahanlılar, İslamiyet’in kitleler halinde benimsenmesini sağlayarak, Doğu Türkistan kültürünün temelini oluşturan Türk-İslam sentezini pekiştirdiler. 16. yüzyıla gelindiğinde, İslamiyet Turfan’dan Kumul bozkırlarına dek uzanarak tüm ülkede hakim inanç haline geldi.

Dönüşüm, Uygur kimliğinin kültürel ve manevi boyutunu derinden etkileyen önemli dönüm noktasıdır. İslamiyet’in topraklardaki köklü geçmişi, bugün Uygur halkının inanç özgürlüğüne yönelik saldırılar karşısında büyük anlam taşımaktadır.

Direniş, İşgal ve Kültürel Soykırım Tehdidi

Doğu Türkistan, tarihi boyunca sayısız işgal ve bağımsızlık mücadelesine tanıklık etti. 1755’te Cungar Hanlığı’nı yıkan Mançular, 1759’da tüm ülkeyi ele geçirdi. Halk, Mançu işgaline karşı bir asır direndi ve 1865’te liderin önderliğinde Çin-Mançu kuvvetlerini kovarak Kaşgarya Devleti’ni kurdu. Osmanlı Devleti’nden askeri destek alan Kaşgarya, Hilafet’e bağlandı. Ancak 1877’de Çarlık Rusyası’nın desteğiyle Çin-Mançu ordusu ülkeyi yeniden işgal etti. 1882’de bölgeye “yeni işgal edilmiş toprak” anlamına gelen Çince Xinjiang adı verildi. İsim değişikliği, halkın tarihsel kimliğini silme çabasının açık göstergesidir.

1931’de Çinli militanlara karşı başlayan ayaklanmalar, 1933’te Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşuna yol açtı. Ne var ki, Sovyetler Birliği’ne bağlı askeri güçler tarafından cumhuriyet acımasızca ortadan kaldırıldı. Baskılara rağmen, 1944’te başlayan silahlı direnişle Gulca’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti ilan edildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyet ve Çin müdahalesiyle 1946’da lağvedilen cumhuriyetin ardından, 1949’da Çin Komünist Partisi’nin işgaliyle Doğu Türkistan bağımsızlığını tamamen yitirdi. 1955’te özerklik vaat edilse de, özerklik yasası 1980’lerin sonuna dek çıkarılmadı. Tarih, Uygur halkının bitmeyen direnişini ve uluslararası güçlerin çıkarları uğruna nasıl yalnız bırakıldığını gözler önüne serer.

Uygur medeniyeti, bilimsel ve siyasi başarılarının ötesinde, eşsiz kültürel zenginliğe sahiptir. Yemek kültürleri, damaklarda unutulmaz tatlar bırakırken, 3 bin yıl öncesine ait erkek pantolonu gibi bulgular, giyim kuşam kültürünün köklü geçmişini sergiler. Uygur kadınları, zarafetleri ve inançlarını yansıtan giyimleriyle dikkat çeker. Şiir, sözlü ve çalgılı müzik kültürleri, insani sözleri ve zarafetiyle ruhlara dokunur.

Nişan, düğün ve evlilik merasimleri, Uygur toplumunun derin geleneklerini ve sosyal bağlarını gözler önüne seren kültürel miras, halkın ruhunu ve kimliğini oluşturan temel taşlardır ve bugün sistematik şekilde yok edilme tehdidi altında medeniyetin kültürel kodları silinirken, dünya nasıl kayıtsız kalabilir?

İnsanlığın Sorumluluğu ve Adalet Çağrısı

Uygur medeniyetinin tüm zengin tarihinin ve kültürel mirasının gün yüzüne çıkarılması, Uygur halkının kimliğini ve geçmişini anlaması için hayati önem taşır. Dünya milletleri, Uygurları sadece maruz kaldıkları soykırım ve işgal bağlamında değil, aynı zamanda eşsiz medeniyetin mirasçıları olarak tanımalıdır.

Doğu Türkistan’da Çin tarafından uygulanan soykırım ve işgalin son bulması için Türk-İslam devletleri, İslam ülkeleri ve tüm insanlık sessiz kalmamalı; kadim Uygur halkının işgal ve soykırımının son bulması için duyarlı olmaları sadece Uygurların değil, insanlık onurunun ve evrensel insan haklarının meselesidir.

Tarih, sessiz kalanları affetmeyecekken, bizler çağrıya ne zaman kulak vereceğiz?
 Adalet, Uygur topraklarına ne zaman tecelli edecek?
Sadece tarih değil, vicdan da susturuluyor… Uygurların sesi neden hâlâ duyulmuyor?

Halis ÖZDEMİR

Yazar