Vahdettin Saltanatı: İstanbul’un Karanlık Yüzü Fahişeler ve Milli Mücadeleye İhanet!!
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Vahdettin, tarih sahnesinde tartışmaların merkezinde yer alır. İmparatorluğun çöküş döneminde, özellikle I. Dünya Savaşı sonrası yaşanan işgaller ve parçalanma sürecinde sergilediği tutum, milli mücadele açısından hayati önem taşır. Arşivlerdeki belgeler, Vahdettin’in İngilizlerin etkisi altında hareket ettiğini ve milli direnişi engellemek için çeşitli yollar denediğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak siyasi ihanetin yanı sıra, saltanatının toplumsal alandaki karanlık yüzü de gözlerden kaçmamaktadır.
Saltanatın İhaneti ve Toplumsal Çöküş
Vahdettin, kendisini “İslam Dünyasının Halifesi” olarak tanıttı; fakat saltanatı boyunca İstanbul’da Müslüman kadınların fahişelik batağına sürüklenmesine karşı kayıtsız kaldı. İmparatorluğun son döneminde yaşanan işgaller ve parçalanma süreci, halkın yoksulluğunu derinleştirirken, özellikle genç kızlar zorla veya çaresizlikten karanlık hayata itildi. 1920 yılında İstanbul’da 175 genelev bulunuyordu ve bunların büyük çoğunluğu gayrimüslimlerin kontrolündeydi. Müslüman kadınların genelevlerde çalıştırılması, dönemin en acı gerçeklerinden biriydi.
Genç Kızların Karanlık Kaderi
İstanbul’daki genelevlerde çalışan Osmanlı Müslüman kadınlarının çoğu 18 yaşından küçüktü. 13-14 yaşındaki kız çocuklarına sahte belgeler düzenlenerek yaşları büyütülüyor ve böylece fahişelik yapmaya zorlanması, sadece bireysel trajediler değil, aynı zamanda toplumsal felaketin göstergesiydi. Yoksulluk ve çaresizlik, genç kızları karanlık dünyaya sürüklerken, devletin ve padişahın duruma kayıtsız kalması, ihanetin boyutlarını gözler önüne seriyordu.
İşgal Döneminde Fahişelik ve Sosyal Çöküş
Mütareke yıllarında İstanbul’da kayıtlı ve kayıtsız fahişelerin sayısı 4000-5000 arasında değişiyordu. Resmi istatistiklere göre 1922 yılında şehirde 2754 fahişe bulunuyordu. Bu rakamlar, sadece sayısal veri değil, aynı zamanda toplumsal yapının ne denli çöktüğünün kanıtıydı. Osmanlı Müslüman kadınlarının kötü yola düşmesi, “Halife-i Müslimin” unvanını taşıyan padişahın umurunda bile değildi. Vahdettin, bu konuda herhangi bir önlem alma cesaretini göstermedi.
Çok Uluslu Fahişelik Gerçeği ve Resmi Rakamlar
Dönemin İleri Gazetesi’nin İstanbul Polis Müdürlüğü’nden aldığı “İstanbul’da fahişeler” başlıklı haber, dönemin çok uluslu ve karmaşık fahişelik tablosunu gözler önüne sermektedir.
Habere göre, İstanbul’da 2754 fahişe vardı ve bunların milliyetlere göre dağılımı şöyleydi:
“Vesikalı fahişelerin 875 İslam, 694 Rum, 193 Ermeni, 125 Musevi, 176 Rus, 96 Yunanlı, 22 Avustralyalı, 22 Romanyalı, 15 İtalyalı, 12 Fransalı, 5 Sırp, 6 Bulgar, 2 Polonyalı, 2 Arap, 1 Yugoslavyalı, 1 Amerikalı ve 1 İranlı.
Ayrıca vesikasız fahişelerin sayısı 311 olarak kaydedilmişti; bunların 173’ü İslam, 118’i Rum, 11’i Ermeni ve 1’i Amerikalıydı. Şüpheli olarak değerlendirilenlerin sayısı ise 220’ydi ve bu grup içinde çeşitli milletlerden kadınlar bulunuyordu...”
Bu resmi veriler, işgal altındaki İstanbul’un sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyal ve ahlaki olarak da ne denli çökmüş olduğunu ortaya koymaktadır. Fahişelik sektörü, farklı milletlerden kadınların dahil olduğu karmaşık ve yaygın sorun haline gelmişti.
Toplumsal Çöküşün Derin İzleri
Bu karanlık tablo, sadece bireysel trajedilerden ibaret değildi. Osmanlı’nın son döneminde yaşanan sosyal çöküş, milli mücadele ruhunu zedeleyen, toplumun temel değerlerini aşındıran felaketti. Vahdettin’in saltanatı, sadece ingilizlerle olan ihaneti değil, aynı zamanda toplumsal yozlaşmayı da simgeliyordu. Müslüman kadınların fahişelik batağına itilmesi, milli kimliğin ve onurun ağır yara alması anlamına geliyordu.
Kesin ve Güçlü İddia: Gizli Planların Varlığı
Tarih arşivleri ve resmi belgeler, karanlık dönemin arkasında başta sinsi ve karmaşık planların olabileceği sorusunu akla getirmektedir. Diğer cevap aranması gereken; din ve hilafet maskesi altında sürdürülmek istenen saltanatın çirkin yüzü, sadece tesadüfi çöküş müydü? Yoksa toplumun ahlaki değerlerini zayıflatmak, dönemin saltanattan kaynaklanan olumsuzluklara karşı milli direnişi engellemek için planlanmış strateji miydi? Sorularıdır.
Bilinçlenme ve Harekete Geçme Çağrısı
Bu gerçekler karşısında Türk halkı uyanmalı, geçmişin karanlık sayfalarını unutmamalı ve milli değerlerine sahip çıkmalıdır. Toplumsal ve bireysel düzeyde farkındalık yaratmak, bu tür olası ihanetlere karşı en güçlü savunmadır. Türkiye’nin başta ahlaki olmak üzere milli güvenliği ve toplumsal bütünlüğü için sorumluluk alması şarttır. Unutulmamalıdır ki, tarih tekerrürden ibarettir; geçmişte yaşanan ihanetler, bugün de benzer tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
Milli direniş ruhunu yeniden canlandırmak, toplumu yozlaşmadan korumak ve geleceği güvence altına almak için harekete geçmekten başka çare yoktur. Bu karanlık dönemin izlerini silmek, ancak bilinçli ve kararlı toplumla mümkündür.
Küresel İfşa
————————-
Kaynaklar:
- Clarence Richard Jonson, M.A, Constantinople To-Day or The Pathfinder Survey of Constantinople, The Macmillan Company, New York, 1922, sayfa 356
- İleri Gazetesi, 18 Temmuz 1922, sayfa 3
- Atilla Oral, Charles Harington, sayfa 234, 235)

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.