Türkiye’nin Stratejik Hava Sahası Politikası ve İran Nükleer Krizi Sessizliği
Türkiye’nin sessizliği, bölgesel güç dengelerini alt üst edebilir mi? ABD ve İsrail’in İran’daki nükleer tesislere yönelik hava saldırılarında Türkiye’nin hava sahasının kullanıldığı iddiaları sert bir şekilde reddedildi. Ancak bu tür inkar, sadece diplomatik açıklama değil; karmaşık çok katmanlı jeopolitik oyunun parçası.
Gerçekler gizlenirken, Türkiye hangi rolü üstlendiğine dair sorular, bölgesel istikrar ve milli güvenlik açısından kritik önem taşıyor.
Stratejik İnkâr ve Negatif Kanıt Üretimi: Türkiye’nin Resmî Söylemi
Türkiye’nin “hava sahamız kullanılmadı” açıklaması, modern diplomasi dilinde sıkça rastlanan negatif kanıt üretimi stratejisinin tipik örneği. Bu yaklaşım, olayın gerçekleşmediğini iddia ederek kanıt yükünü karşı tarafa bırakır. Böylece bilgi akışı sıkı kontrol altında tutulur, gerçek ile dezenformasyon arasındaki sınırlar bulanıklaşır. Egemenlik, artık “doğruyu söylemek” değil, “neye inanılacağını belirlemek” üzerinden tesis ediliyor.
Operasyon Midnight Hammer: Fiziksel İmha Değil, Meşruiyetin Çöküşü
ABD ve İsrail’in hedef aldığı Fordow, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesisler, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetiminde ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması kapsamındayken, saldırıların sadece fiziksel tahribat değil, İran’ın uluslararası meşruiyetini zedelemeye yönelik stratejik hamle olduğunu gösterir. Saldırılar, İran’ın barışçıl nükleer program söylemini zayıflatmayı ve bölgesel güç dengelerini kendi lehine değiştirmeyi amaçlıyor. Türkiye’nin coğrafi yakınlığı, onu doğrudan olmasa da dolaylı aktör haline getiriyor.
Mekânsal Nötralite İllüzyonu: İncirlik ve Kürecik Üslerinin Rolü
Türkiye topraklarında bulunan İncirlik Hava Üssü ve Kürecik Radar Üssü, NATO‘nun bölgesel istihbarat ve iletişim ağlarının kritik düğümleridir. Resmî açıklamalarda üslerin saldırı amaçlı kullanılmadığı belirtilse de, radar verileri ve istihbarat paylaşımı gibi dolaylı katkılar, Türkiye’nin mekânsal nötralite iddiasını zayıflatan üsler, saldırıların koordinasyonunda ve erken uyarı sistemlerinde önemli rol oynayarak Türkiye’yi çatışmanın bilişsel altyapısına dahil eder.
Türkiye’nin Kriz Yönetimindeki Tarihsel Yaklaşımları
Türkiye, geçmişte benzer krizlerde stratejik belirsizlik ve gri alan politikalarıyla hareket etti. 2003 Irak Savaşı’nda resmi olarak ABD’nin operasyonlarına izin vermemekle birlikte lojistik destek sağladı. 2010 Mavi Marmara krizinde sert söylemler kullanırken perde arkasında istihbarat iş birliklerini ve ticareti sürdürdü. Suriye iç savaşında ise hem ABD hem Rusya ile eş zamanlı ilişkiler kurarak çok katmanlı dış politika izlediği örnekler, Türkiye’nin kriz anlarında bilinçli olarak belirsizlik yaratarak manevra alanı açtığını gösterir.
Aktif Pasiflik ve Gri Alan Diplomasisi
Türkiye’nin sert retoriği, net tarafsızlık izlenimi verse de, aktif pasiflik olarak tanımlanabilecek duruş sergiler. Resmî olarak saldırılara katılmadığını belirtirken, kritik üslerin varlığı dolaylı katkıların ve altyapı desteğinin varlığını ima eden gri alan, Türkiye’nin hem NATO ile uyumunu sürdürmesini sağlar hem de bölgesel gerilimlere doğrudan müdahil olmaktan kaçınmasına olanak tanır. Ancak uzun vadede şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunlarını beraberinde getirir.
Direnç ve Yeni Diplomasi: Türkiye’nin Bölgesel Rol Potansiyeli
İran’ın saldırılara verdiği misillemeler, bölgesel gerilimi tırmandırırken, Türkiye’nin karmaşık ortamda direnç üretme kapasitesi dikkat çekerken potansiyelin gerçekleşmesi için sadece fiziksel konum değil, aynı zamanda bilgi üretimi ve medya politikalarında da etkinlik gerekir. Türkiye, arabulucu rolünü üstlenerek, taraflar arasında güven inşa eden, şeffaf ve çok sesli diplomasi modeli geliştirebilir. Bu yaklaşım, bölgesel krizlerin sadece askeri değil, anlamsal düzeyde de çözümüne katkı sağlar.
Sonuç: Sessizliğin Ötesinde Seçim Zamanı
Türkiye’nin İran’a yönelik hava saldırılarındaki konumu, sadece coğrafi değil, ontolojik sınır sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ankara, ya kontrollü belirsizlikle günü kurtaran aktör olarak kalacak ya da yeni bilgi düzeninde yapıcı ve kurucu rol üstlenecektir. Bu tercih, bölgesel istikrar ve milli güvenlik açısından hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin geleceği, halen yürürlükte olan ve titizlikle işletilen BOP planları kapsamında kritik dönemeçte atacağı adımlara bağlıdır. Herkes üzerine düşeni yapmalı, gerçeklerin peşinden gitmeli ve ülkesini koruma bilinciyle hareket etmelidir.
Küresel İfşa…

Okuyucularımız, kaynak gösterdikleri takdirde içerikleri izin almadan kullanabilirler. Aksi takdirde kanunen fikir hırsızlığına, Allah katında da kul hakkına girerler.